Haber

İYİ Parti Genel Başkanı Akşener’den Yargıtay ile Anayasa Mahkemesi arasındaki krize ilişkin ilk sözler

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunan Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne yazılı açıklamayla tepki gösterdi.

Akşener’in açıklaması şöyle:

“Ülkemizde yaşanan son gelişmeler ne yazık ki Anayasa Devleti kavramını hedef alan ciddi bir krizle karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Vatandaşlarımızın yaşam standartlarını doğrudan etkileyebilecek bu krizin bir an önce, herhangi bir müdahale olmadan çözülmesi gerekmektedir. Devletimizin vasıflarını ve bekasını sarsıyor.Bu bağlamda öncelikli uyarı ve önerilerimizi paylaşıyoruz Bildiğiniz gibi Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlaline ilişkin aldığı bir kararın iptal edileceğini belirtmişti. uyulmayacağı ve ‘Yargıtay’ın, Anayasa Mahkemesi’nin kendisine verilen yetki sınırlarını hukuka aykırı olarak aşacak şekilde aldığı ve hak ihlali lehinde oy kullandığı kararına uymayacaktır. Şunu belirtmek isterim ki; tüm kanun yolları tüketildikten sonra Anayasa Mahkemesi’nin kendisine görev ve yetki olarak verdiği bireysel başvurudaki kararına itiraz etme yetkisi bulunmamaktadır ve maddeye uygundur. Anayasanın 153. ‘Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını, idari makamları, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.’ Söz konusu kararlar her kişi ve kurumu bağladığı için bu karara uymamak düşünülemez. Ayrıca bir başka Anayasal kurum olan Yüksek Seçim Kurulu’nun kararlarına itiraz etme yetkisinin bulunmadığını da hatırlatmak isterim. .

“SON DURUM ASLINDA BİR ANAYASA/DEVLET KRİZİDİR”

Bu hükümler dikkate alındığında Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanamaz hale gelmesi ve Anayasa Mahkemesinin görevini yerine getiremez hale gelmesi gibi bir sonuçla karşı karşıya olduğumuz açıktır. Dolayısıyla gelinen son durum aslında bir Anayasa/Devlet krizidir. Her ne kadar Anayasa’da bu emredici kararlar bulunsa da, Anayasa’nın Anayasa Mahkemesi’ne verdiği yetki ve görevlerin yerine getirilmesini imkansız hale getiren, kanun yolları dışındaki fiili durumlar bir hukuk devletinde kabul edilemez. Anayasanın 6. maddesine göre; ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türk Milleti, egemenliğini Anayasanın belirlediği ilkelere uygun olarak yetkili organları aracılığıyla kullanır. ‘Hiçbir kişi veya organ, kaynağını Anayasadan almayan bir Devletin yetkisini kullanamaz.’ Şüphesiz Yargıtay 3. Dairesi’nin Anayasa’nın Anayasa Mahkemesi’ne verdiği görev ve yetkileri kaldıran kararı, kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet otoritesidir.

“ANAYASA VE KANUNLARIN VERDİĞİ YETKİYLE GÖREV ÜSTLENMEK DEVLET DÜZENİ AÇISINDAN ÇOK ÖNEMLİDİR”

Bütün bunların ötesinde, Anayasa ile belirlenen görev ve yetki kapsamı dışında kalan bir kararın Türkiye Büyük Millet Meclisine götürülerek uygulanmasını istemek; Millet iradesinin tecellisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni de hukuk dışı bu sürecin bir unsuru haline getirecektir. Ancak yargı organları arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni, Anayasa’nın vermediği bir yetkinin kullanılmasını yasallaştırmaya alet etmeye çalışmak ve böyle bir fiili duruma tabi tutmak kesinlikle kabul edilemez. Cumhuriyetimizin bir hukuk devleti niteliği göz önüne alındığında, Anayasa ve kanunların verdiği yetki ve görevleri üstlenmek, devlet düzeni açısından da hayati önem taşımaktadır. Hukuk sisteminin ortadan kalkması Türk milletinin devletine olan inancını derinden zedeleyecektir. Fiili durumların kanunların önüne konulmaması; Cumhuriyetimizin kadim hukuk devleti karakterine ve devlet yapımıza da gölge düşürecektir.

“CUMHURBAŞKANLIĞI HUKUK POLİTİKALARI KOMİTESİ BAŞKAN YARDIMCISI Maalesef YARGI ORGANLARI ARASINDA SİYASİ VE İDEOLOJİK SINIFLANDIRMALAR YAPTI”

Karşılaştığımız bu sorun, hem Anayasamızın uygulanmasını, hem de devlet organlarımızın düzenli ve uyumlu çalışmasını ortadan kaldıracak bir tehlike ve değer taşımaktadır. Bu noktada Anayasa’nın 104. maddesinde Cumhurbaşkanının ‘Anayasanın uygulanmasını ve Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını sağlaması’ hükmü yer alıyor. Görevini verdi. Cumhurbaşkanının başkanlığını yaptığı Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu’nun başkan yardımcısı, ne yazık ki yargı organları arasında siyasi ve ideolojik sınıflandırmalar yaparak onları Anayasa’nın öngördüğü düzen dışında görevlendirmiş ve Yargıtay’ın şu kararını açıklamıştı: Anayasanın belirlediği görev ve yetkilerin dışında, ‘cesaret’, kanunların ötesinde bir vasıf olarak kabul edilir. tanımlandı. Bu sözler, her şeyden önce Anayasa’nın Cumhurbaşkanına verdiği görevleri etkisiz ve tanınmaz hale getiren sorumsuz bir yaklaşımdır. Bu sakıncalı durum, devletin kurumları içindeki ideolojik paralel yapıları meşrulaştıran, aynı zamanda onları birbirine karşı kışkırtan, hukukun üstünlüğünü ihlal eden bir duruştur.

“DEVLETİMİZİN BAKMASINA YÖNELİK BU TÜR EŞİTSİZLİK VE ÇATIŞMALARIN BÜYÜK SONUÇLARI OLACAĞINI SORUMLU HERKESE HATIRLATMAK İSTİYORUM.”

Yargı organlarının, Anayasa ve kanunlarla belirlenen iş bölümü dışında siyasi ve ideolojik paralel bir yapının ve çatışmanın unsurları haline getirilmesi, misyon ve yetkileri dışında karar alma ve komplo kurma cesaretinde bulunmasının acı deneyimleri; Aziz Türk milleti olarak yakın bir geçmişte yaşadık. Elbette Sayın Erdoğan o günlerin ülkemize, milletimize verdiği zararları da hatırlıyor. Dolayısıyla devletimizin bekasına ilişkin bu tür bölünme ve çatışmaların çok vahim sonuçlar doğuracağını sorumlu herkese bir kez daha hatırlatmak isterim. Tüm bu rahatsız edici gelişmeler sonucunda ülkemizde anayasal hukuk düzeninin güvenliği konusunda milletimizle birlikte derin endişe duymaktayız. Bu yüzden; Devletimizin ve milletimizin bütünlüğünü ve devamlılığını ön planda tutan siyasi sorumluluğumuzun bir gereği olarak bu konudaki uyarılarımızı belirtmek isterim.

“KRİZ SARMALINI ÖNLEMEK YERİNE Maalesef ERDOĞAN YİNE PARTİ OLmayı SEÇTİ”

Karşılaştığımız bu yargı krizinin mevcut Anayasa ve hukuk sistemi çerçevesinde yargı mekanizmaları içerisinde çözümlenmesi için öncelikle tüm kurumlarımızın üzerlerine düşen sorumluluk ve görevleri yerine getirmesi gerekmektedir. Bu bağlamda Sayın Erdoğan, ilk açıklamasında ‘Anayasa’nın uygulanması ve devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasının sağlanması’ misyonunu yerine getirmek ve kriz sarmalını önlemek yerine ne yazık ki yeniden parti olmayı tercih etti. Kendisine Cumhurbaşkanı unvanı verildi. Ancak bugünkü değerlendirmesinde görevinin ‘parti’ değil ‘hakem’ olarak olduğunu belirterek, ‘Kurumlarımız arasındaki görüş ayrılıklarının anayasaya ve sisteme dönüşmemesi için gerekli adımları hızla atacağını’ ifade etti. ‘yüksek yargı kurumlarımızın temsilcileriyle görüşerek soruna çözüm bulacağını’ ifade etti. O da ihtiyacı hissetti. Bu durum değişikliğinin, yaşadığımız krizin çözümüne katkı sağlaması açısından değerli olduğunu düşünüyorum ve devam etmesini temenni ediyorum.

Öte yandan Sayın Erdoğan’ın açıklamalarında, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Anayasa ve iç düzenlemelere uygun karar alma sürecinin teröristlerin yurt dışına kaçmasına izin verdiği yönündeki ciddi suçlaması kesinlikle kabul edilemez bir suçlamadır.

“KANUNUN MEVCUT ANAYASAYA UYGUN OLMASINI SAĞLAMAK İLK DERECE ERDOĞAN’IN GÖREV VE SORUMLULUĞUNA AİTTİR”

Krizin sona ermesi yönündeki hukuki beklentimiz, Sayın Cumhurbaşkanımızın Anayasa’nın verdiği görev ve sorumluluk çerçevesinde Anayasa Mahkemesi kararlarının katı ve bağlayıcı niteliğini vurgulaması ve Anayasa’nın belirlediği düzen çerçevesinde Anayasa Mahkemesi’ne destek vermesidir. ve böyle bir karara karşı, aslında hukukun üstünlüğünü askıya alacak yasalar. Bu krizi gerekçe göstererek yeni anayasa taslağını çözüm olarak sunan Sayın Erdoğan’ın, mevcut Anayasa’ya göre hareket edilmesini sağlamak görev ve sorumluluğuna sahip olduğunu hatırlatmak isterim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni hedef alan kararı karşısında, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcı niteliğine vurgu yaparak tavır aldı. Anayasada yazılı görevler çerçevesinde nihai karara göre hareket edeceğini, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin işleyişine ve hukukuna saygı göstereceğini belirtti. Adınızı korumanız değerli olacaktır. Yargıtay Başkanı ise Yargıtay’ın etkin ve düzenli işleyişini sağlama görevi gereği; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapılan hata bildirimiyle ilgili olarak, Başsavcının bu konuda yetkisi olmadığını belirterek krizin çözümünde sorumluluk üstlenmesi gerekiyor. Yine bu çerçevede, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin suç ilanına ilişkin kararını göndermesi halinde; Söz konusu talebin somut delillere dayanmayan, asılsız ve boş bir ifade olduğu gerekçesiyle sürece suç duyurusunda bulunmamasını takdir etmelidir. Anayasa devleti krizine yol açan ve başta ilk derece mahkemesi olmak üzere yargıya güveni zedeleyen bu süreçte görev alanlar hakkında Hakimler ve Savcılar Kurulunun da Anayasa ve kanunlar çerçevesinde gerekli soruşturmaları yapması gerekmektedir. krizi başlatan şey buydu.

“HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜ VE DEMOKRASİMİZİ AYNI KARARLILIKLA SAVUNMAYA DEVAM EDECEĞİZ”

Anayasanın kurumlara verdiği görev ve yetkilerin, işleyişinin açık olduğu bir hukuk düzeninde; Kutuplaşma, çatışma ve ayrışma yaratacak böyle bir krizin ortaya çıkmasının ardındaki spesifik amaç ve hedeflerin değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu noktada demokrasinin vazgeçilmez kurumları olan siyasi partileri, bu krizin Anayasanın öngördüğü hukuk düzeni içerisinde çözülmesine katkıda bulunmaya davet ediyorum. UYGUN Partisi olarak ilk günden bu yana bu krizle karşı karşıyayız; Cumhuriyetimizin anayasa ve kanunların öngördüğü devlet düzeninin savunulmasını savunduk. Bundan sonra da aynı kararlılıkla hukukun üstünlüğünü, hukukun üstünlüğünü ve demokrasimizi savunmaya devam edeceğiz. Bundan kimsenin şüphesi olmasın; “Kanla, canlarla, nice acı tecrübelerle inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti krizine sürüklenmesine asla izin vermeyeceğiz.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu